Xəbər lenti
Dünən, 23:30
Dünən, 20:30
Dünən, 19:40
Dünən, 17:54
Dünən, 14:34
Dünən, 13:37
23-11-2024, 23:16
23-11-2024, 21:43
23-11-2024, 20:29
23-11-2024, 19:31
23-11-2024, 16:10
23-11-2024, 14:55
23-11-2024, 13:38
23-11-2024, 12:14
Azerbaycanlı yazar, şair, felsefeci; hocamız; sosyal medyadan tanıdığımız has ismiyle Adile NEZERi (kitaplarında Adile Hasan kızı NEZEROVA olarak kayıtlara geçmiştir) seçilmiş şiirleri toplanmış “Topla Beni İlahi” üzerinden ve diğer kitabı olan “Aşık Elesker Yaratıcılığında Sufizm” tanıtmayı deneyeceğiz.
Doç.Dr. Adile NEZER, hem Azerbaycan’ın, hem de Türk Dünyası’nın yüz akı bir edebiyat insanıdır. Bunu riyasız ve bilinçli olarak söylüyorum. Uzun yıllardır sosyal medyada, firesiz izlediğim ve neredeyse yazdığı her şeyi okuduğum nadir kişiliklerdendir. Tanımışlığım bundan ibaret değildir. 2019 Yılında çok yakın dostlarım aracılığı ile kitaplarına da kavuşmuş, tamamını okumuş biriyim. Bu yıl, Cumhuriyetimizin 100. Yılı münasebetiyle, talih önümüze bir güzel tesadüf çıkarttı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne yaptığımız gezimizde, yüz yüze de tanımış olmak gibi güzel bir şansı da birlikte yakalamış olduk ve son kitaplarını imzalı olarak doğrudan elinden almış oldum. Böylece elimde Adile NEZER’e ait; “Felsefe Terminlerinin İzahlı Lügatı”, sahasında ilmi ve orijinal bir çalışma. “Beşinci Mevsim”, “Ben ve sonrası”, “Sevgi Kum saatidir”, “Uykuma yağış yağır”, “Topla Beni İlahi” şiir kitapları ve “Aşık Elesker Yaratıcılığında Sufizm”, bir araştırma ve inceleme eseri vardır.
Adile NEZER, çok yönlü, kendisini iyi yetiştirmiş, donanımlı bir ilim insanı olduğu gibi, bu vasıflarını da her platformda konuşturmasını bilen, hiçbir görevden imtina etmeyen, birçok edebiyat kurum ve kuruluşları ile doğrudan bağı olan, yazıları ve şiirleri neredeyse Türk Dünyasının tamamında yayınlanma fırsatı bulan; çok başarılı, aynı zamanda örneklik teşkil edecek, çok cesur bir Türk Kadını.
Kendisinden bizzat dinlediğim, Kardeş Azerbaycan’ın Nahcivan bölgesinin Şerur reyonuna bağlı Şehriyar köyünde 1970 yılında dünyaya gelmiş. Kendisi, sanki ben şiire doğmuşum demektedir.
"Babam da şiiri çok severdi, bütün klasikler evimizde vardı, babam bunları sesli olarak bizlere okurdu. Okula gittiğimde, okulda duvar gazetesi vardı, bu duvar gazetesine biz çocuklar yazılar yazardık, bunlar beğenilirdi, bu da bize cesaret verirdi. Ben biraz daha fazla ilgili olacağım ki, beni bu duvar gazetesinin başına getirdiler, bu da bana ayrı bir güven vermişti. Önce küçük düz yazılar yazdım, sonra da şiir, ilk şiirim galiba okulumuz hakkındaydı. Bunları yaşadığımda, yaşım henüz sekiz, dokuzdu. Sonra köyümüzün adına - Şehriyar isimli bir şiir yazdım. O yıllarda Şair Şehriyar sağdı, meşhur “Haydar Babaya selam” şiiri her kesin dilindeydi. Ben de köyümüzün ismini, şair Şehriyar’a bağlayarak çocuk aklımla köyümüzün isminin şair Şehriyar’dan geldiğini anlatmaya çalışmıştım. Tabi ki bu yanlış bir bağlamaydı ve gerçeği sonradan araştırmalarımla öğrenecektim. Gerçek ise, Şah İsmail Hatayi 1500. Yılda Bakü’yü alınca, oradan Nahcıvan’a yönelmiş ordusuyla. O yıllar o bölge Elvent Mirza’nın yönetiminde bulunuyormuş. Elvent Mirza’nın 70 bin, Şah Hatayı’nın ise 30 bin askeri bulunmaktaymış. Elvent Mirza, savunduğu alanı develeri zincirlerle biri birine bağlayarak askerleri ile korumaya çalışsa da, Şah İsmailın karşısında tutunamayarak yenilmiş ve bizim köyle birlik yöreyi teslim etmiştir. Bu, savaş “Şerur döğüşü” olarak tarihi kayıtlara gecmiştir. Yöreyi teslim alan ordunun komutanlarından biri, savaş bittikten sonra burada bir kıza aşık olur ve bizim köyün de bulunduğu yörenin yönetiminin kendisine bırakılmasını ister. Şah Hatayı da bunu onayladığı gibi, bir de “Yar Şehri” diye bir şiirde kaleme alır. Bu yar Şehri, zaman içinde “Şehri-Yar’a – Şehriyara dönüşür... - diyor. Demem o ki, o gün, bu gün şiir yazmaktayım. O yıllar kızların, kadınların şiir yazması ve yayınlanması yadırgandığından ben de göze alamamıştım. Ancak Baku’ye gelince artık şiirlerim de gün yüzüne çıkmaya başladı. Önce dini, felsefi yazılarım vardı, onları yayınlattım, sonra da şiirlerimi... 2006 Yılında da ilk şiir kitabımı yayınladım. Bu yayınlananlar dışında yayınlanmış bir çok makalem de bulunmaktadır, sonra da arkası geldi, - demektedir.
Adile NEZER’in gerek felsefi yazılarına, gerekse şiir kitaplarına baktığımızda, çok yoğun yazan bir edebiyatçı olduğunu söyleyebiliriz. Tabi bunu böyle söyleyerek buraya yazmak kolay, ancak ben de biliyorum ki, bu yazılar öyle kolay kolay gün yüzüne çıkmıyor, arkalarında çok değerli zaman, sancılı, ağrılı, uykusuz geçen gecelerin ağırlığı var. Öte yanda yürütmeniz gereken resmi işleriniz, eviniz, ocağınız, hastalıklar, dost, akraba, anne, baba, kardeşler, eş aşiyan; gibi onlarca sorumluklarınızı da yerine getirmek durumundasınız. Bu gerçekten çok kolay değildir, başaranlara aşk olsun, Hocamızın Azerbaycan ağzı ile söylersek, Hocamıza da eşk olsun, bu kadar verimli çalışmasından dolayı. Hocamız sadece yazmakla da meşgul değil, yukarıda kısaca bahsettiğimiz gibi, AYB’nin bir azası, Kitap Evi, içtimai Birliğinin Sadrı-Başkanı olarak görev yapmakta. Bu başarılı çalışmaları da ona başta Mahmut Kaşgarlı ödülü olmak üzere, çeşitli ödüllerle de taltif ve takdir edildiğini biliyoruz, bazılarının bizzat ben de şahidiyim. Gördüğümüz gibi Adile Hoca’nın hareket alanı sadece Azerbaycan ile sınırlı değildir, Azerbaycan başta olmak üzere, Türkiye ve Türk Dünyasını, hatta İslam Dünyasını da zaman buldukça gezmekte ve dünyasını bunlarla da ayrıca zenginleştirmektedir.
Bir an şöyle düşündüm, Adile NEZER eğer şair olmasaydı da bu ilmi çalışmalarına devam ediyor olsaydı, yine, ben onu tanıma fırsatı bulur muydum? Belki bir gün adını, sanını bir yerle duyardım, ama bu kadar yakından tanıma imkanım olmayacağını peşinen söylemeliyim. Benim tanıma şansım doğrudan şairliği ile ilgili olmuştur daha çok. Durum bu olunca da, onu daha çok şairliği ve şiirleri üzerinden tanımak ve tanıtmak daha çok işime gelen bir durum oluyor. Amacım elimdeki veriler ve vasıtalarla Şair Adile NEZER portresi çizebilmeyi başarmaktır. Bunu, kısa, öz ve anlaşılır bir şekilde nasıl başarırım diye düşündüm, kendimce de bir formül buldum. Şairimizi, eserleri üzerinden hem kısacık bilgi vermek, hem de kısacık örneklemeler çekerek amacımı gerçekleştirmek istiyorum.
Adile NEZER’in şiir poetikası: Şair, kainatı bir kül-bütün içinde düşünmekte, gökler ve yer ile sürekli alışverişte bulunmakta, hayatı ve hayatını da içine katarak, sanki buradan Allah’a yükselmeyi denemektedir. Hassas insani değerlerin yanı sıra, doğu dünyasının ruh iklimini iyi tanımakta ve bunu şiirlerine de, bir tür tasavvufun kodları üzerinden yansıtmayı yeğlemekte, bununla yetinemeyip, milliliğe de ruh dünyasında ciddi bir yer ayırmakta, bu milliliği üzerinden Türklükle buluşup, bütün Türk Dünyasınası ile de kendisini ilgili kılmaktadır. Tabi bir şair duyarlığı ile, insana ve insanlığa dair olumlu ve olumsuz ne varsa, bunları kendisine dert edinmiş; derinliğine, yüksekliğine; enine, boyuna; kendi içinde ve hayal dünyasında tartışmış, bunları şiirine de yansıtmıştır. İnsana dair, sevgi, özlem, ayrılık, yalnızlık, iyilik, kötülük, güzellik gibi insani değerler de, şiirlerinde başat konumu oluşturmaktadır.
Çocukluğu ve gençliği, Sovyetler Birliğinin dağılma dönemine denk geldiğinden, Bütün Türk Cumhuriyetlerine bağımsızlık yolunu açan bu durum, Azerbaycan’ın konumu ve Sovyetler Birliğinin ajandası bakımından şairin ülkesi, daima özel önem arz etmiştir. Bundan dolayı da geçişi en sancılı ülke olması da kaçınılmaz olmuş, Azerbaycan ve halkı, çok büyük kanlı olaylara şahitlik yapmış ve sahne olmuştur. Azerbaycan diğer cumhuriyetlerle mukayese edildiğinde, bağımsızlığını bir tür tırnakları ile sökerek almıştır desek yeridir. Tabi bu kanlı olaylar bununla kalmamış, Karabağ’ın Rus desteğinde Ermenilerce işgali, Hocalı Katliamı, bütün Azerbaycanlıların ruhunda bitip tükenmek bilmeyen derin ve onulmaz yaralar açmıştır. Ülkesinin bağımsızlığını her şeyin üstünde tutan bir şair için bunun izdüşümünün nasıl ve nece olduğunu ancak empati yaparak düşünebiliyoruz. Bu olup bitenlere bir de yönetimde uzun yıllar süren istikrarsızlığı da eklersek, ruhu darmadağın bir şairle yüzü yüze kalmamız kaçınılmaz oluyor. Şair en yüksek perdeden, “Topla Beni İlahi” derken bütün bu yaşanmışlıkların, ağrıların, sancıların, çekilen çilelerin ruhunda meydana getirdiği tahribatın ve dağınıklığın adresini bize vermektedir. Azerbaycan, tarihi boyunca, bölünmüş, parçalanmış, işgallere uğramış ki bu yaraların çoğu bugün halen devam etmektedir. Fakat Karabağ’ın işgali ve Hocalı katliamı, son devrin en affedilemez iki olayı olarak her Azerbaycanlıyı derinden yaralamış, bu geçen uzun yıllar boyunca birçok Azerbaycanlı dostumla görüşüp, konuştum, gördüm, yaşadım ve hepsinin yüzünde bu haksızlığı ve affedilemez olayın derin izlerini gördüm, hissettim. Her konuşmamızda söz Karabağ ve Hocalıya gelince gözlerinin aniden buğulandığını, sözlerin boğazlarında düğümlendiğini, başlarını sağa sola çevirerek bir tür utanç yaşıyormuş gibi ezildiklerine şahit oldum. Böyle olmakla birlik, her platformda, Karabağ ve Hocalı demekten geri durmadılar, bir gün mutlaka Karabağ’ın yeniden alınacağına, Hocalı katliamının hesabının sorulacağına hep inandılar. 44 gün savaşı ile bu inançlarının gerçeğe dönüşmesi ve kazanılan zafer her Azerbaycanlıyı inanılmaz sevince boğmuştur. Bu dışarıdan empati kurulamayacak kadar büyük bir sevinç ve mutluluktur. Bu tam olarak ancak yaşayanların anlayacağı bir durumdur demekte mahsur yoktur.
Bağımsızlığına çok düşkün, milli duyguları çok yüksek bir şairde, bütün bunların nasıl bir iz düşüme sahip olacağını hayal etmemiz çok kolay değil. “Ben ve Sonrası” adlı kitabında:
Çetindir har olmak yağı içinde
Bu halk hele ümidinden güç alir
Kalıp dert içinde, ağı içinde
Esir düşen körpeleri gocalir.
Şair burada, kendisi ile birlik bütün halkının geleceğe dair umutlarını koruduğunu, belirtmekle birlik, bu durumun çok uzun sürdüğünü körpeler üzerinden müthiş bir benzetme ile tüylerimizi havaya kaldırmaktadır.
Mümkün olsaydı da, şairin bir ruh fotoğrafını çekiyor olabilseydik, bu fotoğrafta insana ve insan hallerine dair şiir yazılmamış bir boşluk neredeyse bulamayacak gibiyizdir. Şair bununla da yetinmemiş, doğma yeri olan Nahcivan’dan başlamak üzere, Baku’ye, Şuşa’ya, Zengezura; neredeyse bütün Azerbaycan coğrafyasını da şiir dünyasının içine almıştır. Kainat ve dünya ile birlik, tabiattan da hiçbir zaman uzağa düşmemeyi yeğlemiştir.
Hepimiz biliyoruz ki, biz ne kadar derin ve kapsayıcı bakarsak bakalım, bir yazarı ve şairi en iyi anlatacak olan yine kendisi olacaktır. Sadece kitaplarının isminden hareketle bile bize ne çok şey düşündürttüğü açıktır. Bunların içinde en son yayınlanan ve seçme şiirlerinden oluşan “Topla Beni İlahi” anafor olarak beni içine en çok çekse de, beni en fazla meraklandıran ve duygulandıran; “Yukuma yağış yağır” eseridir. Tabi ben bunu yaparken, şiirlerin teknik kısmı ile uğraşmayacağım bu benim haddime değil, şairimiz zaten filolog yani bir dilci olması nedeniyle işin bu kısmı bana düşmez. Benim üzerinde duracağım daha çok şiirlerin; ruh iklimi, kimyası, kainatın, dünyanın, insanlığın, hayatın şairimizdeki bıraktığı izdüşümlerin şiirlere yansıması olacaktır.
Yukuma yağış yağır- UYKUMA YAĞMUR YAĞIYOR: 2013 Yılında basılmış, 247 sayfa, yaklaşık yüz doksan şiir yer almaktadır.
Yukuma yağış yağır,
Bulutlar sulayır hayallerimi.
Yukuma güneş doğur,
Göğerdir bir-bir arzularımı.
Kuşlardan alıp bir kanat,
Ruhum uçir göğüzünde.
Ümitlerim çiçeklenir,
İsteklerim leçeklenir…
Şair kitabına ismini de veren bu şiirinde, geçmişe, mevcut duruma ve geleceğe aynı anda göndermeler yaparak; yağmuru-yağışı, derin bir üzüntüye sembol yaparken, ruhunu bir toprağa benzeterek, yağmuru aynı zamanda umutları yeşerten bir rahmet olarak da sembolize etmektedir. Yağmur aynı anda bir çok rolü birden üstlenebilmektedir. Bu şairin kelimelerle nasıl oynadığını ve onları istediği gibi nasıl oynattığını bize anlatan önemli şiirlerden biridir. Kelimelere kazandırılan bu hüviyet, şahsiyet ve seyyaliyet-hareketlilik şairin kelime dağarını ve kelimelere hakimiyetini de bize jurnallamaktadır. Buradan anlıyoruz ki, şair sadece tabiatı değil, tabiatın bütün hallerini de, enine boyuna ve derinliğine şiirde kullanmaktadır; rüzgar, yağmur, güneş, bulut, kar gibi…
SEVGİ KUM SAATİDİR: 2014 yılında basılan bu kitap 243 sayfadan oluşmakta ve içinde iki yüz şiir bulunmaktadır.
Gün geçtikçe çok sevdim
Onu şirin canımdan
Bazen şiir yazıram
Belki baş aldadıram…
Sevgi kum saatidir
Kalbimi doldurdukça
Aklımı boşaldıram.
Şair başta Allah sevgisi olmak üzere, şairin sevgi çemberinden geçmeyen bir şey ve nesne yok gibidir. Şair hesapsız sevmeye açık olduğu gibi, yine sevgide temkini de elden bırakmadığı görülmektedir. Şair şiirlerinde çoğu zaman kaçan, bazen de kovalayan bir ruh hali içindedir. “Sevgi kum saatidir” şiiri bu durumu tam özetler mi bundan da endişem var. Burada farkettim ki, şairimiz hangi şiirin başına oturursa otursun, hayallerinin, sevgi ve nefretlerinin yanında aklını da birlikte mutlaka taşımaktadır. Buradan şairin akılsızlıktan fazla hoşlanmadığı hükmünü çıkartmamız mümkündür. Bunda şairliğinin yanı sıra bir bilim adamı olmasının payı var mıdır, ne kadardır, onu da en iyi yine kendisi bilmektedir.
BEN VE SONRASI: Kitabı 2017 yılında basılmış, 190 sayfa, içinde yaklaşık yüz otuz şiir bulunmaktadır.
Belece
Ben sustukça danışır ter şiirler.
Tek beni anlatmaya semadan inmeyirler.
Yazdıkça insanların hüznünü, sevgisini,
Aşkını resim kimi sözlerimle çekirem.
O-ndan başlayıp gelen
O-na giden yolların söküğünü dikirem.
Şiirler hayat adlı bir ağrının çaresi,
Şeirler Tanrı, sevgi, hayat, ben ve sonrası…
Bu şiiriyle şair bize başka boyutta poetik adres vermektedir. Şiirler; Tanrı, hayat, insan, yahut ben ilişkisi ve bu ilişkinin örgüsünü oluşturan sevgi. Bununla bir tür dünya hayatını çerçevelerken, ben ve sonrası diyerek de, öteleri adres göstermektedir. Benin, yani hayatın da bir sonrası olduğu inancı belirtilse de, burada bir ayrıntı verilmeyerek sadece ötenin varlığından bizi haberli kılmaktadır. Bütün bunların altından kalkmak için şairin elinde bir asa gibi kullandığı şiirinden başka şey yoktur.
BEŞİNCİ MEVSİM: 2018 Yılında basılmış, 191 sayfa, içinde yaklaşık yüz elli beş şiir bulunmaktadır.
Adın dilimdeki en güzel şiir,
Gözlerin en doğma mekandı mene.
Saçların kıvrılıp akan çay kimi,
Her gün hayalımı götürür sene.
Görirem ara bir dalıp gidirsen,
Dikilir gözlerin birce noktaya.
Kalemi, kağıdı deli edirsen,
Bilinmir ortaya düşen nokta ne?
Burda gözlerimden şıdırgı yağan
Orda kalbindeki daşlığa düşür.
Baktığın tarafı yadırgayandan
Bakışın her defa boşluğa düşür.
Ne daşlık eynime, ne boşluk benim,
Beşinci mevsimde düştüm yağışa.
En doğma mekanda güzel şiirle,
Geçirem baharı, gedirem kışa.
Beşinci mevsimden söz eden şairin ruh hali bize neyi anlatır diye düşündüğüm de; aklıma gelen, şairin mevsimlerle yetinemediği, yahut mevsimlerin kendisini anlatmaya yetmediği, dört mevsime sığıp sığışamadığını anlamaktayım. Tatminsiz şair ruhu, hiçbir zaman var olanla yetinmeyen, yetinemeyen bir ruhtur. Her şeyin illa da ötesini kurcalamak onun en çok hoşuna giden şeydir. Şairlerin hayal etmeyi çok sevmelerinin nedeni de budur. Şairler daima ucu açık şeyleri severler, ucu açık olan her şey şairler için bir tür hürriyet alanıdır. Sınırsız sahalarda at oynatmayı sevmeleri de bu yüzdendir. Ruhlarına ve hayallerine sınır çizilmesinden hiçbir zaman hoşlanmamaları da bu yüzdendir. Hiçbir şair yoktur ki, duvarlardan hoşlanıyor olsun. Şiir bir anlamda şairler için duvarları aşma vasıtasıdır, bir ömür buna sadakatle bağlı kalmaları da bu yüzdendir. Beşinci mevsim, bu sınırsızlığa bir çağrıdır şairimizin indinde.
TOPLA BENİ İLAHİ: Şairimiz Adile NEZER’in son çıkarttığı şiir kitabı. Seçilmiş şiirlerinden oluşuyor. Kapak resminden düzenlemesine kadar, diğer eserleri gibi bu da özenle hazırlanmış bir kitap. 190 sayfa, yaklaşık yüz doksan şiirinden oluşuyor. Şairin bu seçimi yaparken çok zorlandığını şu an buradan hissediyorum, çünkü yaşadım. Benimki seçilmiş şiirler değildi, ama bir daha kitap çıkartamama korkusu ile dışarıda bırakacağım şiirlere kıymakta çok zorlandım, bana küsüp darılacaklarını düşündüm ve çok da huzursuz oldum. Bunun başka yolu da yoktu. Eskiler ne derler? Kuzusuna kıyamayan et yiyemez… Tabi Şairin bizden avantajlı yanı, dışarıda kalan şiirlerinin de basılmış olması, bu yönü ile bizdeki durumdan biraz farklı. Adile NEZER her şeye rağmen eserlerinin mürüvvetini görmüş şanslı şairlerdendir. Nice şairler var ki, ölene kadar tek bir kitap çıkartamamış, ancak öldükten sonra şöhret olabilmiştir. Demem o ki, yaşarken kitaplarının mürüvvetini ve varlığını görmek, bir şair, yazar için en azından moral değer bakımından çok önemlidir.
Şair “Topla Beni İlahi” derken, bir yandan da kendisi toplanıp, toparlanmaya girişmiştir bu kitabıyla. “Seçme Şiirler”in en azından bize çağrıştırdığı budur. Kim bile, belki de Tanrı’ya yardımcı olmayı denemiştir kendince! Yahut her şeyi Tanrı’ya bırakmamayı… Seçilmişlikten biz okuyucuların doğal beklentisi, şairin en çok sevdiği eserlerini bir arada görmektir. Şair açısından da, okuyucu açısından da böyledir. Kitabı okuyup bitirdiğim de, bu tezimizde yanılmadığımızı gördük. Benim de en çok sevdiğim şiirler sayfalar arasından birer-birer karşıma çıktı. Bu da beni ayrıca mutlu etti. Adile NEZER şiirlerini ben riyasız gerçekten severim. Onun insanın en derin duygularını karanlıklarından çekip çıkartması, onları bize, elimizi uzatsak dokunacağımız kadar sıcak kelimelerle sunması ve bizi aynı duygu derinliğinde yüzdürmesi tadına doyulur şey değildir. Bir okuyucunun da şiirden beklentisi başka ne olurdu ki?
Şair, kitabına benim de çok sevdiğim “Söz” şiiri ile giriyor. Şair bu seçimi yaparken, söz olmadan hiçbir şeyin olmayacağı inancındadır. Söz bir şairin her şeyidir. Şairlik bir yüzü ile söylemekten ibarettir desek yeridir.
Söz yerden göğe dek ucalan bir that,
Canımı söz üçün oda yakmışam.
Yeni bir fikirle tokuştuğum vakt,
Hayretten lal kimi donup bakmışam.
Sihir sözde olur, sirr sözde olur,
En kıymetli gevher, dürr sözde olur.
Bu gafes dünyada hür sözde olur,
Söze esir düşüp azat çıkmışam.
Bu değerli şiir aynı zamanda bir başına şairin poetikası hakkında da bize ipuçları vermektedir. Adile NEZER, sözü, herşeyin başına alan ve her şeyin üstünde gören bir anlayışa sahiptir. Her ne kadar da söz uçar yazı kalır dense de, burada şairin amaçladığı yazılmış ve yazılacak sözdür zaten. Şairin bu kitaba koyduğu şiirlerin çoğu şairin şiir poetikasının da bir tür fotoğrafını oluşturmaktadır. Sözün büyüklüğü, aşk, sevgi, özlem, ayrılık, öfke, küskünlük; hasılı duygu dünyamıza ait herşeyin karşılığı var bu kitapta. Adile NEZER, İlahi aşkla, bildiğimiz insani aşk arasında sürekli ilişki kurmakta, bunları biribirinden bağımsız değil, bir bütün halinde görmekte, her ikisi arasında sürekli gidip gelmektedir.
Yaradanın sırrından kim baş çıkarabilir.
Yaşam için ölüm bir eylence vasıtası.
Beden adlı geyimi soyunan ebedi ruh,
Yene yeni bir sırrın sorağının teşnesi.
Başka bir dörtlüğünde;
Tanrım, kul olsam da varlıyam senden,
Bakma ki, dilimde bin bir ahım var.
Senin benim gibi günahkar benden,
Benim senin kimi bir Allah’ım var.
Bu dörtlük Adile NEZER’in Tanrı anlayışını en derinden ve en iyi ele veren bir dörtlük olduğu benim kanaatim. Bu dörtlüğün üzerinde çok düşündüm, sonra kanaat getirdim ki, aslında herşey yolunda gidiyor kul Allah ilişkisi, şair bakımından.
Alnımı boş koydun ki,
Öz adını yazasan?!
Tanrım dön bir mene bak
Özünü arzulasan…
Demek istediğimiz tam da buydu aslında. Adile NEZER bir entelektüel olarak, doğu dünyasının en derinliğine kadar, mistik yönü ile tanımakta, şiir adına beslendiği kaynaklar da buna cevaz vermektedir. Nesimi ve Hallaç’a yaptığı göndermeler bizi varlığın birliği anlayışına götürmektedir. Şairin bu inancı benimseyip benimsemediğini analiz etmek bizim işimiz değil, Biz şiirinin hangi kaynaklardan beslendiği üzerinde söz söylemekle yükümlüyüz. Sonuçta, Allah, insan, eşya yani varlık Adile NEZER’in şiirinde bir bütünlük oluşturmakta, bütün şiirleri bu bütünün bir tür insan ruhundaki parçaları olarak karşımıza çıkmaktadır.
Dünen, bugün, sabah gibi,
Her damlada bir ah gibi,
Eriyirem günah kimi,
Azaldıkça tam oluram.
Adile NEZER, başta da söylediğimiz gibi, çok genli bir şahsiyet. İnsan olarak yüksek sorumluluğunun farkındadır. Gayret ve çaba olmadan hiçbir şeyin kendiliğinden olmayacağı inancındadır. Ancak bu çabayı verirken çekilen zorluklarında farkındadır. Bunaldığı böylesi demlerde, yine müracaatını bildiğimiz adrese yapmakta oradan bir tür güç aldığına inanmaktadır.
Lütfeyle, söyle Ya HU,
Kime yanım yakınım?
Kimden geçim İlahi,
Kaçım kime sığınım?...
Saraylar günah yeri,
Günahsız küçe tindir.
İlahi bu dünyada
Adam doğulmak asan,
Adam ölmek çetidir….
Allah, kul ilişkisi bakımından şair hakkında söylediklerimizi özetleyen bir dörtlükle bu bahsi kapatmış olacağım.
Ne Tövrat anlayır, ne Zabur bilir,
Soruşsan haberi yoktu adından.
İncil, Kur’an desen gözlerin silir,
Birce tek Tanrısı çıkmir yadından.
Okumalarımı sürdürürken, “Ömrümün sözle resmi” diye bir şiire rastladım. Hayatını şair bu şiirde onlu bölmelere ayırmış, bunun üzerinden bir tür kendisini yeniden okuyarak muhasebe yapmaktadır. Dedik ya, ne yaparsa yapsın, şairimiz aklını sürekli her yaptığı şeyin yanında diri tutmaya dikkat etmektedir, bu temkinlilik hali, şairimizde bir tür karekterdir desek yeridir. Şair bu şiirinden bir pencereden kendisini seyrediyor ve her on yılı için de bir yargıda bulunuyor. Her on yılda bir farklı ruh kimyasına sahip olduğunu yine kendi dilinden kolaylıkla okuyabiliyoruz. Şair bize demek ister ki, hiçbir şey gördüğünüzden ibaret değildir. Eskilerin “Suret tanımak insanı tanımak değildir” sözü bu şiirle bir tür gerçeğe dönüşmüş gibidir.
Dördüncü on illikde geceni nefes bildim,
Gündüzü kafes bildim,
..
Geceler içimdeki gecelere gömüldüm,
Gündüzler üzümdeki gülüşe gülümsedim…
Burada şair, dışarıdan bizim gördüğümüz hayat ile, şairin gerçekte yaşadığı hayat arasındaki tezatın ağırlığını olanca gücü ile bize hissettirmektedir. Demek ister ki, işler sizin bilip gördüğünüz gibi değildir, gelin de neler çektiğimi görün!
Sevgi, şairlerin güneşte de, gölgede de hep başlarında ve gönüllerinde taşıdığı bir şemsiye gibidir. Bu dünyada, sevgiden uzak bir şair gördüm diyen en büyük yalancıdır, bu da benim inancımdır. Şairde sizin dışarıdan gördüğünüzü zannettiğiniz; öfkesi, kini, haykırışları, kırıp dökmeleri, harayları ve naraları; bunların tümü, gerçekte ya sevgidendir, yahut da sevginin yer bulamamasının verdiği ızdırapların şair gönlünde tezahurudur. Şairin varlığı ve yokluğu ile cebelleştiği en önemli değerdir sevgi.
Hamı bir “Öldüren” sevgiye açtı,
O nece korların gözünü açtı…
Kimi bir sevginin başına taçtı,
Kimise dırnağı olur sevginin.
..
Eh Azizim, azizim,
Bildiğin kimi değil,
Ölülerin içinde
Tek sevenler yaşlanıp.
..
Neyim var hayatta güzel sakladım,
Varsa güzelliğim Tanrı sırrıdır.
Menim şiirlerim muhabbet dolu,
Ruhumun aksinin düşen yeridir.
Sevgi ve güzellik, biribirnin içinde mecz halinde bulunur. “Tanrı Muhabbete tövbe istemir” şiirde, yine sevgiyi başa çekerek;
Seve bilmirikse biz bu dünyada
Elece manasız görüntülerik…
..
Torpağın bir gülü, çiçeği sevgi,
Hayatın çirkini, göyçeyi sevgi,
Bu yalan dünyanın gerçeği sevgi,
Tanrı muhabbete tövbe istemir.
Kitabımız sevgi başlığından soyunduktan sonra, yukarıda da, bahsini açtığımız; vatan, bayrak, azatlık, işgaller, kıtaller, askerlik, Karabağ, Nahcivan, Türklük, Turan gibi kavramlara ait şiirleri yer almaktadır.
TURANA BAKIM
Dilime değmeyen sözler var hele
Gerek onların da dadına bakım.
Gerek bağrı yanık açan laleye
Teze tarif verip canımı yakım.
Elleşim, vuruşum fikrin katıyla,
Başımın ağ-kara bulutlarıyla,
Hele yaz görmeyen umutlarıyla,
Gönlümün göğünde tokkuşum, çakım.
Hökmü var zamanda zerrece anın,
Elçisi olmuşam açılan danın,
Tanrı nasip etsin ben de dünyanın
Açık kapısından TURAN a bakım.
İnsanlığın, Türklüğün, ülkesinin, cemiyetin bütün dertleri ile hemdert olan bir şairin, kendi ailesine ve ahvadına kayıtsız kalabileceğini herhalde hiç birimiz düşünmeyiz. Eskiler evladuüyaldan geçmeyince bu işler olmaz deseler de, şairimiz bu anlamda oldukça hassas ve ailesine zannettiğimizden çok fazla düşkündür. Anne ve babasının vefatlarında ne kadar yanıp yakıldığının uzaktan da olsa şahitlerindenim. Bunun böyle olması aslında eşyanın tabiatı gereğidir. Şu unutulmamalı ki, herşeyi çok fazla dert edinenler, çok sevenlerdir… Bu da merkezden çevreye doğru gittikçe genişleyen bir yapı arz eden bir durumdur. “Anam yaşayan fanidir” şiiri bu anlamda yazılmış en güzel, duygu derinliği çok yüksek bir şiirdir.
Evet, şairlerde bütün insanlar; erkekler, kadınlar gibi sever ve sevilirler. Kadın olsun, erkek olsun, bir farkla sever onlar, gamı katık yaparak sevmeyi sever onlar..Bu ellerinde olmayan bir şey mi bilmiyorum. Bildiğim tek şey, her sevmelerine gamı katık yapmış olmalarıdır. Şairimiz de bu durumdan ve halden uzak değildir. Mahiyetleri farklı olsa da, en çok sevdiğim şiirleri arasında yer alan iki şiirinin tamamını buraya alarak yoluma devam edeceğim. Biz değil, kendisi anlatmış olsun.
SENİN PENCERENDE BENİM ÜMİDİM
Ne köks ötürürem, ne ah çekirem,
Sönür adımıza yandırdığım şam.
Senin pencerende menim ümidim,
İdam kürsüsüne çıkar her akşam.
Bilmirem ne işti daştan farkı yok,
Kaynar gözlerinin kıştan farkı yok,
Gelbimin bir bala kuştan farkı yok
Ecel teri tökür her nefesinde.
Solur üzümdeki o ter bakışlar,
Tanrı suretini vermeyip demek.
Görünür payızda yağan yağışlar,
Yeddi renk olmayır yaz yağışı tek.
Yarpağı tökülen ağacın derdi,
Payızın eynine değildir, paşam,
Eh, sene ne var ki, menim ümidim,
Edam kürsüsüne çıkar her akşam.
Bir özlem, bir arzu-ümit ancak bu denli güzel anlatılabilirdi.
İCAZE VER
Sensiz avudammıram üreğimi heç cüre,
Gümüşü saçlarını koy gelim karıştırım.
Bir güzel imza atak seninle ateşkese,
Küsülü ellerimi saçınla barıştırım
Ruhunu zapt eyleyim, könlünü feth eyleyim,
Biraz şıltaklık edim, ağlını karıştırım.
Günün gündüz çağında, ayın ulduzun olum,
Gecenin sehri kimi hislerini çaştırım.
Mecnun kimi sahraya, Kerem kimi oda düş,
Sana çaylar keçtirim, sene dağlar aştırım.
Sen beni ele sev ki, birce küsur kalmasın,
Könlümü çaylar kimi, köpük köpük daştırım.
Adile tek dünyada sevilesi kız mı var,
İcaze ver, koy seni özüme yarıştırım.
Beyit ve dörtlük halinde iki biçimin denendiği bu iki çok başarılı özlem şiiri, şairin insani duyguları şiire ne kadar başarılı aktardığını, bizi ne kadar şiirlerin içine çektiğini yaşar gibi görüyoruz. Bu sanıldığı kadar çok kolay bir şey değildir. Benim kanımca Adile NEZER başka hiç şiir yazmamış olsaydı, bu iki şiir ona şair dememiz için yeterdi.
SONUÇ: Değerli, şair, yazar, filolog, Adile NEZER; hem bir ilim insanı, hem de bir şair ve yazar olarak, gösterdiği üstün çaba ve başarısıyla, her türlü övgüyü hak ediyor. Kendi ülkesi Azerbaycan’da yeterince tanındığını biliyoruz. Ülkemizde de, belli çevrelerde tanındığını ben biliyorum, ama bu ülkemiz için yeterli değildir. Bütün özellikleri itibariyle ülkemizde de daha fazla tanınmayı kendiliğinden hak ediyor. Bir gün, çok yakın gelecekte ülkemizde de hak ettiği yeri kesinlikle alacaktır. Gönlüm eserlerinin tamamının Türkiye Türkçesi üzerinden de yayınlanmasını ister, tabi bu da başlı başına bir çabayı gerektirecek bir durum. Bu durumun da bir gün gerçekleşeceğine benim inancım tamdır. Bu da yetmez, bütün Türk Dünyasında da, bütün eserleri yayınlanmalı ve hak ettiği yankıyı bulmalıdır…
Kat ettiği bu yolun çok kolay olmadığını, hem eserlerinden, hem de dinlediklerimden biliyorum. Bir köyde hayata başlamak, benim de yaşadığım gibi, biraz hayata geç kalmak anlamına gelmektedir. Birde bu coğrafyada bir kadın olarak bu işlere soyunmuşsanız işiniz biraz daha zordur. Şairimizin bütün bu zorlukları kademe kademe nasıl yaşayıp aştığını tahmin edebiliyoruz. Hem ilmi kariyer yapıp, hem de şairlik ve yazarlığı da yanı sıra yürütmek, bir de çevrenize karşı bütün insani sorumluluklarınızı yerine getirmek üstün bir çaba gerektirmektedir. Şairimiz bunun gereğini yapmıştır.
Şairliği ve şiirine gelince; bütün bunlara nasıl zaman bulduğu elbette sorulacak sorulardan biridir. Topyekun şiirlerinin bizdeki izdüşümüne baktığımızda; şiirlerinin genel anlamda, şairlerin bir çoğunda olduğu gibi, daha çok gamdan ve kederden beslendiği bir gerçektir. Gam ve kederse, daha çok gece anlamına gelmektedir yaşadığımız hayatta. Şiirlerinin bizde bıraktığı etki, şairimizin aynı zamanda bir gecelerin şairi olduğu izlenimidir. Gece ve karanlıkla, yalnızlık ve tenhalıkla cebelleştiği çok sayıda şiirine şahit olduk okumalarımız sırasında. Şairimizin en büyük özelliği, çok çetin, ağdalı, anlaşılması çok zor insan hallerini, şirinde kolayca bize aktarması ve bizde de aynı güçte etki bırakmasıdır. Bunu sağlayan, şairin; dile, kültüre ve insana, eşyaya olan hakimiyetidir. Şairimiz hem şiirlerinde, hem diğer eserlerinde, çok anlaşılır bir dil kullanmaktadır, ben bir Türkiye Türkü olarak anlamakta hiç zorlanmadığımı söyleyebilirim. Bu dili ve ağızı böylesine güzel kullanmasının da bilinçli bir seçim olduğunu düşünmeden edemedim. Şiirlerinde biçim yönünden, biraz kendimi de buldum desem yanlış olmaz. Bu konuda bir inat ve ısrarının olmadığını; hem hece şiirinde, hem de serbest şiirde kolaylıkla çok güzel şiirler yazdığına şahitlik yaptık.
Tanrı, insan, tabiat, sevgi ve vatan sevgisi, adalet, aşk, özlem, kısaca, tabiat ve insani hallerin neredeyse tamamı şairimizin şiir konularını oluşturmuştur.
Değerli Şair, yolunuz bir ömür açık olsun…
Hayrettin YAZICI
Şair, deneme yazarı (publisist)
Xəbəri paylaş
Paylaş:
Bənzər məqalələr
Seçilənlər
Prizma
Söhbət
Ədəbiyyat və mədəniyyət
Video
Ən çox oxunanlar